Osmanlı tarihçisi olup, özellikle "Tevârîh-i Âl-i Osman" adlı eseriyle tanınır.
Asıl adı Derviş Ahmed, mahlası Âşıkī’dir. Büyük dedesi Âşık Paşa’ya izâfeten Âşıkpaşazâde olarak anılmaktadır. Hayatı hakkındaki bilgiler hemen sadece yazmış olduğu Osmanlı tarihine dayanmaktadır. Kendi ifadesine göre 803 (1400) yılı civarında Amasya sancağının Mecitözü kazasına bağlı Elvan Çelebi köyünde doğdu. Küçük yaştan itibaren tekke çevresinde yetişti, çok gezdi ve zamanın ünlü şahsiyetleriyle tanıştı. Gençlik yıllarında bir müddet Geyve’de Yahşi Fakih’in evinde kaldı. Fetret Devri’nin bazı olaylarına ve II. Murad’la Düzmece Mustafa arasındaki mücadeleye şahit oldu. Bir süre Konya’da Sadreddin Konevî Zâviyesi’nde misafir olarak kaldı ve Şeyh Abdüllatîf el-Kudsî’den el aldı. 1437’de hacca gitti, dönüşte Mısır’a uğradı. Daha sonra Paşa Yiğitoğlu İshak Bey’in himayesinde bir müddet Üsküp’te kaldı. II. Murad’ın bazı seferlerine katıldı ve onun iltifatını kazandı. Fâtih Sultan Mehmed’in, şehzadeleri Mustafa ve Bayezid’in sünnetleri münasebetiyle 1457 yılında Edirne’de yaptırdığı şenliklere katıldı; bu sırada Fâtih’ten bazı ihsanlar gördü. 874’te (1469-70) kızı Râbia’yı müridi Şeyh Seyyid Velâyet’le evlendirdi. Meşhur tarihini tamamladığı 1484 yılında yaşı seksen beş civarında idi. Onun büyük bir ihtimalle bu tarihten sonra öldüğü kabul edilmektedir. Mezarı da muhtemelen İstanbul’da Haydar mahallesinde büyük dedesi Âşık Paşa adına inşa ettirdiği cami hazîresindedir.
Âşıkpaşazâde daha çok Tevârîh-i Âl-i Osmân adlı eseriyle tanınmaktadır. Hayatının sonlarına doğru yazmaya başladığı tarihinin Yıldırım Bayezid devrine kadar gelen kısmını Yahşi Fakih’in menâkıbnâmesinden, bu padişahın 1391’de Macarlar’la yaptığı savaşı Kara Timurtaş’ın oğlu Umur Bey’den, 1402’deki Ankara Savaşı’nı bu savaşta solak olarak bulunan birinden nakletmiş, II. Murad ve Fâtih dönemlerini ise bizzat kendi gözlemlerine dayanarak kaleme almıştır. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan Fâtih devri sonlarına (eserin çeşitli yazmalarında bitiş tarihi farklıdır) kadar gelen bu eserde konular bablar ve soru-cevap şeklinde ele alınmıştır. Müellifin yaşına ve muhtemel ölüm tarihine bakılırsa 166. babdan sonraki kısımların başkaları tarafından eklenmiş olabileceği düşünülebilir.
Çoğu yurt dışında olmak üzere ondan fazla yazma nüshası bulunan Âşıkpaşazâde Târihi’nin üç ayrı neşri vardır. Eserin ilk neşri Âlî Bey tarafından yapılmıştır (İstanbul 1332). Bu neşirde eser 1502 yılına, Friedrich Giese (Leipzig 1929) neşrinde 1492’ye kadar gelir. Atsız’ın yaptığı neşir ise (İstanbul 1949) eserin 161 babını ve sadece Âlî Bey neşrinde bulunan “Fasıl” adlı son bölümünü ihtiva eder. Yakın zamana kadar pek tanınmayan Âşıkpaşazâde Târihi’nin asıl önemi, ilk standart Osmanlı tarihlerinden biri olmasından gelir. Eser daha yazıldığı devirde Neşrî’nin Cihannümâ’sına kaynak olmuş, ancak XVI. yüzyıl Osmanlı tarihçileri genellikle Neşrî’nin daha derli toplu olan eserini kullanmayı tercih etmişlerdir. Diğer taraftan, muhtemelen Kâtib Çelebi’nin biraz hafife alan ifadesinden (Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 283) dolayı uzun süre unutulan Tevârîh-i Âl-i Osmân, gerçek ve modern mânada ilk defa Hammer tarafından kullanılmıştır. Mahiyeti itibariyle anonim Tevârîh-i Âl-i Osmân’lardan pek farklı olmayan eser, gerek muhtevası gerekse konuşma diline yakın ve devrinin yazı dilini aksettiren sade üslûbu bakımından orta tabaka ve özellikle askerî zümreler arasında okunmak üzere bir nevi halk destanı tarzında yazılmıştır. Anonim tarihlerden farklı özelliği ise Osmanlı padişahlarını birer “mücahid gazi” olarak görmesi, devletin kuruluşunda ve bilhassa Anadolu’da İslâmî Türk kültürünün yerleşmesinde büyük rolleri olan “abdalân-ı Rûm”, “gāziyân-ı Rûm” ve “bâciyân-ı Rûm” gibi ahî kuruluşları hakkında bilgiler vermesidir. Esere yer yer serpiştirilen ve bir kısmı Ahmedî’nin İskendernâme’sinden alınmış olan nazım parçalarının ise edebî bir değeri yoktur.
Sultan Korkud, onun babası mücahidler sultanı Sultan Bayazid Han Gazi, onun babası Sultan Mehmed Han Gazi, onun babası Sultan Murad Han Gazi, onun babası Sultan Mehmed Gazi, onun babası Sultan Bayazıd Han Gazi, onus babası Sultan Murad Han Gazi, onun babası Orhan Gazi, onun babası Osman Gazi, onun babası Erdungril, onun babası Süleymanşah, onun babası Kaya Alp, onun babası Kızıl Buğa, onun babası Bayıntur, onun babas Aykuluk, onun babası Toğar, onun babası Kaytun, onun babası Sunkur, onun babası Bakı, onun babası Suğar, onun babası Tok Te mür, onun babası Basuk, onun babası Gök Alp, onun babası Oğuz, onun babası Kara Han, onun babası Ay Kutluk, onun babası Tuzak, onun babası Kara Han, onun babası Baysub, onun babası Kamarı, onun babası Kızıl Buğa, onun babası Yamak, onun babası Başbuğa, onun babası Baybus, onun babası Sevünc, onun babası Çar Buğa, onun babası Kur tulmış, onun babası Karaca, onun babası Amudı, onun ba bası Karalu Oğlan, onun babası Süleymanşah, onun baba sı Karahul, onun babası Karluğa, onun babası Yan Temür , onun babası Durmuş, onun babası Çin, onun ba-bası Maçin, onun babası Yâfes, onun babası Nuh aleyhisselâm.
Osman Gazi'nin dedesi Süleymanşah'tır. En evvel bu, Rûm (Anadolu) ülkesine gelmiştir. Gelmesine sebep budur ki Abbasoğulları zamanından tâ Süleymanşah zamanına kadar Arap askeri Rúm (Bizans) üzerine galipti. Rûm (Bizans) da, Acem de mağlûptu. Yâfės nesli olmaları sebebiyle Acem padişahları gayretlendiler. Bize Arap galip oldu diye gayrete gelip Yâfes neslinden göçebe Türkler'i kendilerine dayanak edip Araplar'a galip geldiler. Bu yüzden Arap mağlup olunca kâfir ülkeleri kafa tutmaya başladılar. Kâfirler Müslümanlara itaat etmez oldu. Bu göçebe Türkler'den Acem padişahları göçer evli Türkler'i kendi üzerlerinden uzaklaştıralar. Süleymansah Gazi'yi ileri çektiler ki o, göçer evlilerin ulularındandı. Elli bin kadar göçer Türkmen ve Tatar evini onun yanına verdiler. Varın, Rúm'da (Anadolu'da) gaza edin dedi ama Süleymanşah dahi kabul etti. Geldiler. Erzurum'dan Erzincan’a indiler. Erzincan'dan Rúm (Anadolu) ülkesine gir diler. Rúm (Anadolu) ülkesinde altı yıl durdular. Etraflar fethettiler. Süleymanşah Gazi hayli bahadırlıklar etti. Pakat bu Rum'un (Anadolu'nun) dağlarından ve derelerinden incindiler. Göçer evlerin davarı dereden, tepeden incinir oldu. Yi. ne Türkistan'a döndüler. Geldikleri yola gitmediler. Halep iline çıktılar. Oradan Ca'ber kalesinin önüne vardılar. Orada Fırat ırmağının önlerine geldiler. Geçmek istediler. Süley. manşah Gazi'ye: «Hanım! Biz bu suyu nasıl geçelim dediler. Süleymanşah dahi atını suya tepti. Önü yar imiş. Atı sürçtü. Süleymanşah suya düştü. Ecel mukaddermiş. Allah'ın rahmetine kavuştu. Sudan çıkardılar. Ca'ber kalesinin önünde gömdüler. Şimdiki zamanda ona Türk Mezarı derler. O kaleye de yine o nesilden Döger derler bir taife vardır, şimdi onlar hükmeder. Böyle olunca bu göçer evliler etrafa dağıldı. Bazısı Berriye'ye gitti. Şimdiki halde onlara Şam Türkmeni derler. Bazısı yine Rúm'a (Anadolu'ya) döndüler. Kimi Tatar ve kimi Türkmen'dir. Şimdiki halde Rúm'da (Anadolu'da) olan Tatar ve Türkmen'ler o taifedendir.
Bazısı Süleymanşah'ın üç oğluna uydular ki biri Sunkur Tegin'dir. Biri dahi Erdungrıl'dır. Birisi Gündoğdu'dur. Fırat suyunun başından bu üç kardeş geldikleri yola döndüler. Pasin ovasına, Sürmeli çukuruna vardılar. Erdungrıl orda kaldı. Kardeşleri ile gitmedi. Bir dört yüz kadar göçer ev ile kaldı. O iki kardeş yine asıl vatanlarına gittiler. Erdungril o arada bir nice müddet durdu. Yaylasında yayladı. Kışlasında kışladı.
Bir nice zaman sonra Sultan Alaaddin dahi Rum (Anadolu) ülkesine yöneldi. Kısmet olduğu kadar fethetti. Padişah oldu. Bunu tafsili çoktur. Ben ihtisar ettim. Onun için ki Osmanlı hanedanının menkıbelerini anlatayım;
Erdungrıl Gazi bunu işitti ki Selçuk hanedanı neslin- den Sultan Alaaddin, Acem'den Rûm'a (Anadolu'ya) gelip padişah oldu: «Öyleyse bize dahi vâcip oldu ki erin kadri, kıymeti bilinir memlekete gidelim, biz de gaza edelim dedi.
Erdungrıl Gazi'nin üç oğlu vardı. Biri Osman idi. Biri Gündüz idi. Biri Saru Yatı idi. Ona Savcı dahi derlerdi. Bunlar dahi Rûm'a (Anadolu'ya) yöneldiler. Geldiler. Hısnıman- suriline erdiler.
Erdungrıl Gazi'nin Rum'a (Anadolu'ya) gelmesine dair nice rivayetler vardır. En doğrusu bu benim anlattığımdır. O, oğlu Saru Yatı'yı Sultan Alaaddin'e gönderdi: «Bize de yurt gösterin. Varalım, gaza edelim dedi. Saru Yatı, babasının haberini Sultan Alaaddin'e getirdi. Sultan Alaaddin de bunların geldiklerine gayet sevindi. Sultanönü'nün ve Karaca Hisar'ın tekfürü muti olup sultana haraç verirdi. Domanıç Dağı'nı ve Ermeni Beli'ni bunlara yayla verdi.
Saru Yatı babasına geldi. Bu haberi verdi. Erdungrıl Gazi dahi kabul etti. O vakit yürüyüp Engürü'ye (Ankara'ya) geldiler. Yerlerinde sakin oldular. Erdungrıl Gazi zamanında savaş olmadı. Yaylaklarında yayladılar. Kışlaklarında kışladılar.
O zamanda Sahip Kara Hisar (Afyon) ilinde Germiyanlılar'ın atası Alişar vardı. Bir de Çavdar derler bir Tatar zümresi vardı. Bu Kara Hisar ili ile Bilecik ilini zaman zaman gelirler, vururlar, yıkarlardı. Bu Erdungrıl Gazi'nin gelmesiyle o kâfirlerin ili o Tatarlar'dan emin olmuştu.
Geldiklerinden bir nice yıl sonra Erdungril Gazi, Allah rahmetine vardı. Erdungril Gazi'nin Rûm'a (Anadolu'ya) gel mesine dair bir nice rivayet vardır. En doğrusu benim anlattığımdır.
Söğüt'te Osman Gazi'yi babasının yerine layık gördüler. Osman Gazi, babasının yerine geçince yakın komşu kafirlerle iyi geçinmeye başladı. Fakat Germiyanoğlu ile düşmanlığa başladı. Onun için ki bu gelmiş oldukları ülkenin halkını onlar daima incitirlerdi.
Osman Gazi dahi gah geceleyin, gâh gündüz gitmekle uzak yerlerden av avlamaya başladı. Kendisinin yanına hayli adam toplandı.
Aşıkpaşazade Tarihi'nin Orijinal Nüshasına TBMM Kütüphanesi Açık Erişim Koleksiyonu'ndan Ulaşmak ve Okumak İçin:
Kaynakça:
Atsız, N. (1985), Aşıkpaşaoğlu tarihi, Kültür ve Turizm bakanlığı yay.
Beydilli, K. (2020). Âşıkpaşazâde Derviş Ahmed Âşıkî’ya Dair Biyografik Katkılar. Tarih Dergisi, (71), 161-180.
Özcan, A. "Aşıkpaşazâde", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/asikpasazade (21.10.2024).