Bizanslı bir tarihçi ve yazardır. En bilinen eseri, Osmanlı İmparatorluğu'nun Konstantinopolis'i fethetmesini konu alan "Kritovulos Tarihi" adlı eserdir.
Aslen İmroz adası (Gökçeada) halkındandır; Kritobulos olan adı Türkçe tarihlerde Kritovulos şeklinde geçer. Gençliğinden itibaren Fâtih Sultan Mehmed’in kâtibi olduğu ileri sürülürse de bu bilginin doğruluğu şüphelidir. 1456’da İmroz adasını yönetmekle görevlendirilmiş ve burada on yıl süreyle yarı bağımsız bir idare sürdürüp adanın 1466 baharında Venedikliler tarafından ele geçirilmesinden sonra İstanbul’a kaçarak hayatının son yıllarını bir rivayete göre Aynaroz’un bir manastırında keşişlikle geçirmiştir. Atina Millî Kütüphanesi ile Madrid Escurial Library’de bulunan bazı dinî yazıların müellifi Mikhael Kritovulos’la aynı kişi olması muhtemeldir. İstanbul’da 1467’de çıkan veba salgınını anlatış tarzına ve Kardinal Bessarion’un bir mektubuna dayanarak onun hekim olduğu da ileri sürülmüştür.
Kritovulos’un Herodot gibi Historia adını verdiği eseri Fâtih Sultan Mehmed’in 1451-1467 yılları arasındaki hayatını ve seferlerini anlatır. Kitabın Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde hıristiyan el yazmaları arasında bulunan 22 × 14 cm. boyutlarındaki XII + 310 sayfalık yegâne nüshasının yazar tarafından padişaha sunulan orijinal nüsha olduğu sanılmaktadır; ancak bunun XVI. yüzyıla ait bir istinsah olabileceği de belirtilmiştir. Eseri ilk defa 1859’da Constantin Tischendorf, birkaç gün sonra da Rus elçisi Prens Alexander Lobanof görmüş ve anlaşılmaz bir biçimde yazmanın içindeki bir ithaf yazısı bu Rus prensine bağışlanmış, o da bunu Tischendorf’a vermiştir. Tischendorf bu sayfaları bir eserinde yayımlamışsa da asıl metnin ne olduğu bilinmemektedir. Yunanca kaleme alınan eser başındaki sunuş yazılarından sonra beş ana bölümden meydana gelir. Kritovulos’un kitabını, 1466’da İmroz’un Venedikliler tarafından alınması üzerine İstanbul’a geldiğinde ortaya çıkan büyük veba salgınını anlatarak bitirmesi ve son paragraflarında Fâtih Sultan Mehmed’in Kruya seferinden bahsetmesi eserin yazımının 1470’ten önce tamamlandığını gösterir. Yazma nüshanın her bölümünün başında o bölümün içindekileri özetleyen, kırmızı mürekkeple ve farklı bir kişi tarafından yazılmış birkaç satır vardır. Birinci bölümde Fâtih Sultan Mehmed’in tahta çıkışı, Boğazkesen (Rumeli) Hisarı’nın yapılışı ve İstanbul’un fethi (1451-1453); ikinci bölümde Enez ve Sırbistan seferleri, İtalyanlar’ın Limni, Taşoz ve Semadirek adalarını ele geçirmeleri (1452-1457); üçüncü bölümde Sinop ve Trabzon seferleriyle Midilli’nin ve Bosna’nın fethi (1461-1463), son bölümlerde ise Venedikliler’le savaş, ikinci Bosna seferi ve Arnavutluk’un fethi (1464-1467) anlatılmıştır. Kritovulos eserini yazarken eski Yunan tarihçilerini ve özellikle Thukydides’i (m.ö. V. yüzyıl) taklit etmiş, üslûbunu ona benzettiği gibi bazı cümlelerini dahi aynen aktarmıştır.
Görünüşte Fâtih Sultan Mehmed’e çok bağlı olan Kritovulos kendini onun sadık bir bendesi gibi gösterir. Ancak eseri dikkatle okunduğunda gerekli gördüğü yerlerde Bizanslılar’ı, Bizans ileri gelenlerini ve son imparatoru övmekten geri kalmadığı da farkedilir. Kritovulos ve eseri hakkında kısa bir makale yazan G. Emrich’in işaret ettiği gibi o her şeyden önce bir Bizanslı olarak kalmış ve eserini de Fâtih’in “medh ü senâ”sı için kaleme almamıştır. Kritovulos İstanbul’un fethi olayının içinde bulunmamış, verdiği bilgileri görenlerden derlemiştir. Buna karşılık Adalar denizindeki bazı hadiselerin doğrudan doğruya içinde yer almış olup bu konularda tek kaynak onun yazdıklarıdır. Özellikle Venedik-Ceneviz çekişmesini ve Enez ile adaların bazılarındaki hâkimiyet rekabetlerini iyi bilmekte, bu arada henüz tam aydınlatılamamış bazı politika oyunlarında kendisinin de rolü olduğu sezilmektedir. Buna göre eseri yazışının asıl amacını anlamak pek kolay olmasa da onun Fâtih’in yardımıyla bazı adalarda hüküm sürecek küçük bir devletin başına geçmeyi planladığı düşünülebilir.
Tischendorf’un, kendisine verilen sunuş yazısının neşriyle (Notitia Editionis Codicis Bibliorum Sinaitici, Leipzig 1860, s. 123) ilim âlemini haberdar ettiği Kritovulos’un eserini ilk defa Karl Müller Latince tercümesiyle birlikte yayımlamıştır (Fraqmenta Historicorum Graecorum, Paris 1870, V, 40-161). Ardından Philippe A. Dethier, Macar Bilimler Akademisi’nin çıkardığı “Macar Tarihinin Kaynakları” serisi içinde Fransızca ve Macarca (trc. K. Szabo) tercümeleriyle birlikte eseri tekrar yayımlamaya başlamışsa da iki kalın fasikülden sonra bilinmeyen bir sebeple yayın yarım bırakılmıştır (Vie de Mahomed II, Monumenta Hungariae Historica, XX/1, s. 1-346; XXII/2 [Budapest 1875], s. 14-154, Budapest 1875). 1910-1912 yılları arasında Târîh-i Osmânî Encümeni üyesi Karolidi Efendi, Müller’in neşrini esas alarak yaptığı Türkçe çeviriyi Târîh-i Sultân Mehmed Hân-ı Sânî adıyla encümenin çıkardığı derginin ekinde yayımlamış, bu kitap daha sonra Muzaffer Gökman tarafından kısaltılıp sadeleştirilerek yeniden yayımlanmıştır (İstanbul’un Fethi, İstanbul 1967). Eserin bunlardan başka Charles T. Riggs (History of Mehmed the Conqueror by Kritovoulos, Princeton 1954), Vasile Grecu (Din Domnia Lui Mahomed al II-Lea anii 1451-1467, Bucureşti 1963) ve Diether R. Reinsch (Critobuli Imbriotae Historiae, Berlin 1983) tarafından yapılmış neşirleri de bulunmaktadır.
Bahtiyar, mazhar ve muzaffer, üstün ve yenilmez, Tanrı'nın yardımıyla karanın ve denizin egemeni, şahların şahı, yüce imparator Mehmed'e, kullarının kulu adalı Kritovulos'tan.
Yüce imparator, birçok büyük eser meydana getirdiğini, sadece Perslerle diğer kavimlerin değil, aynı zamanda Romalılarla Hellenlerin de eski zamanların birçok komutan ve kralını ün, yiğitlik, bilgelik ve askerî deha açısından kıyas kabul edilemeyecek derecede kat kat aştığını gördüm. Bu yüzden onların eserleri ve başarıları Hellen dilinde yazılmış tarih eserleri ve kitaplarda tasvir edilerek o tarihlerden bugüne kadar aralıksız herkesin hayranlığını kazanır, yüzyıllar boyunca hatırlanırken, senin bunca parlak ve büyük olmana, neredeyse güneşin aydınlattığı bütün ülkelere hükmetmene, parlak ve muhteşem eserler meydana getirmene rağmen, yüceliğini gelecek nesillere aktaracak bir tanığının olmamasını adil bulmuyorum.
Çağdaşlarımız, çok sayıdaki, muhteşem ve büyük eserini önemsiz ve dikkati çekmeyecek olaylarmışçasına Hellen dilinde tasvir etmeye ya da onlar hakkında bir risale yazmaya değer görmeyerek unutulmaya terk ettiler. Senin eserlerinle kıyaslanamayacak derecede önemsiz olan başkalarının eserleri, Hellenler ve Hellen tarihçiliği sayesinde herkesçe bilinir ve ünlü olurken, çok parlak ve Makedonyalı İskender ile onun düzeyindeki başka komutanlarla kralların eserlerinden hiç geri kalmayan senin eserlerin, sana şan ve şöhret kazandırarak güzel işler başarmak isteyenlere örnek ve parlak bir ders teşkil etmek üzere Hellen dilinde tasvir edilerek Hellenler arasında yayılmayıp gelecek nesillere aktarılmadı. Oysa krallar arasında; sözleri, eserleri, felsefesi ve yönetim becerisiyle hem iyi bir kral hem güçlü bir asker olmayı sadece sen başardın, ya da bunu başarabilen çok az kişiden biri oldun.
Bu yüzden, parlak talihinden cesaret alarak bu ça- lışmaya başlamayı ve sayılarıyla büyüklükleri başkalarının erdem ve başarılarını kat kat aşan erdemlerinle başarılarını elimden gelen en iyi şekilde Hellence bir eserle anlatmayı bir hak ve bir görev bildim.
Birçok Arap ya da Pers yazar, olayları bizzat yaşadıklarından belki de benden daha iyi bilgi sahibi olabilirler, hatta senin eserlerini daha ayrıntılı kaydederek gelecek nesillere daha iyi aktarabilirler. Ancak yazacakları eserler, herkesin gözünde en büyük saygınlığa sahip olan Hellen diliyle yazılmış bir kitabın yerini tutamaz. Bu yazılar sadece Perslerle Araplara ve onların dillerini bilenlere hitap edecek. Oysa benim yazdıklarıma sadece Hellenler değil, [bu eseri] kendi dillerine çevirecekleri, Philhellen [Hellen dostu] oldukları ve böyle konulara ilgi duydukları için bütün batılı kavimler, hatta [Herakles] Sütunları ötesinde yaşayanlarla Britanya adalarında yaşayanlar ve başkaları da hayran kalacak. Bu çalışmaya başlamam için beni daha da yüreklendiren şey, eserimin çok sayıda eleştirmen ve tanığa sahip olacağı düşüncesiydi.
Yüce imparator, olayların bizzat tanığı olmadığım ve haklarında kesin bilgi sahibi olmadığım için, araştırmak, bilenlere sormak ve bana söylenenleri mümkün olduğunca ciddi bir şekilde incelemek zorunda kaldığımdan büyük zahmetlere katlandım. Anlatımımı babanın ölümünden hemen sonra Asya'dan Avrupa'ya geçtiğin ve saltanatının başladığı tarihten başlatarak bu kitabı yazdım ve beş bölüme ayırdım.
Bu kitap Romalılarla savaşı ve Polis'in fethini içeriyor, Ainos'a [Enez], Fokaialılara [Foça] ve Trivalliler [Sırplar] üzerine çıkılan seferleri; bu seferlerin nasıl gerçekleştiğini ve bu bölgelerin] nasıl tamamen tahrip edilip [halklarının] nasıl köleleştirildiğini anlatıyor. Ayrıca on yedi yıllık süre içinde gerçekleşen: Sultanın Peloponnesos'a [Mora] çıktığı birinci ve ikinci seferleri, bazılarını savaşla, bazılarını da anlaşarak, Korinthos, Sparta, Tegea ve Achaia'daki Patra gibi önemli ve iyi tahkim edilmiş birçok şehrini ve birçok iyi korunan kalesini teslim alarak nasıl baştanbaşa ele geçirip vergiye bağladığını; İllyria'ya [Arnavutluk] çıkılan birinci seferi, ülkenin yağmalanıp buradan büyük miktarda ganimet toplanmasını, büyük ve zengin birer şehir ve krallık olan Sinopi [Sinop] ile Trapezun [Trabzon] çevrelerindeki arazilerle birlikte nasıl sultana teslim olup ona boyun eğdiklerini, sultanın Polis'te görkemli ve gösterişli cami, saray, çarşı ve kaleler inşa ettirmesini, bunlara benzer diğer imar faaliyetlerini ve söylevlerinden en büyük öneme haiz olanlarını içeriyor.
Bütün bunları toplayıp kitabımda anlattıktan sonra, inceleyip değerlendirmen için senin şahane denetim ve bilgeliğine sunuyorum. Eğer kitabımda gerçeğe karşılık gelen, eserlerine uyan bir şeyler bulunur ve yüce onayına erişirse, muhteşem eserlerinle tasvirime böyle bir kaynak yarattığın için Tanrı'ya ve sana müteşekkir olacağım sultanım. Aynı zamanda, cesaretle bir sonraki çalışmama yoğunlaşarak, büyük bir memnuniyetle, gelecekte Tanrı'nın yardımıyla gerçekleştireceğin diğer eserleri de anlatacağım. Elbette bunu yapabilmek için, daha önce bilmediğim ve bilmem gereken birçok şeyi öğrenmem gerekecek.
Ancak eğer yazdıklarım eserlerini ifade etmekte yetersiz kalıp yüceliğine erişemezse ki öyle olması kaçınılmazdır- ve kitabım fuzuli olarak değerlendirilirse, o zaman uzaktan önünde saygıyla diz çökerek sessizliğe gömüleceğim ve eserlerini tasvir etmeyi bunu benden daha iyi başarabileceklere bırakacağım.