En bilinen eseri "Âsâf-nâme", devlet yönetimi ve siyaset üzerine yazılmış bir siyasetnâme olup, Osmanlı yönetim anlayışını ve idari yapısını detaylı bir şekilde ele alır.
Doğum tarihi hakkında herhangi bir bilgi olmamakla birlikte getirildiği görevlerden hareketle 1488 yılı civarında dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. Arnavut kökenli bir devşirme olarak II. Bayezid’in saltanatı (1481-1512) ortalarında saraya alındı ve Enderun’da iyi bir tahsil gördü. Yazmış olduğu Tevârîh-i Âl-i Osmân ve Âsafnâme’de verdiği kısa hayat hikâyesinde Şah İsmâil’in Dulkadır beyi Alâüddevle üzerine yürüdüğü tarihten (914/1508) itibaren olayları takip edebildiğini, Yavuz Sultan Selim’in cülûsunda (1512) çuhadarlıktan 50 akçe müteferrikalık ile taşra çıktığını, daha sonra çaşnigîrbaşılık, kapıcıbaşılık, mîralemlik ve Kastamonu sancak beyliği görevlerinde bulunduğunu belirtir; ancak bu görevlere hangi tarihte getirildiğinden söz etmez. Başta Sehî Bey olmak üzere muasır bazı kaynaklar onu Yavuz Sultan Selim’in yanında yetişmiş bir kişi olarak tanıtır. Ayrıca hayatına dair bilgi veren bazı araştırmalarda benzer hizmetlerde bulunan çağdaşı diğer bir Lutfi Paşa ile karıştırılmış olduğu anlaşılmaktadır (İA, VII, 97).
Kanûnî Sultan Süleyman döneminin ilk yıllarında önce Kastamonu, ardından Aydın sancak beyi oldu. Bu görevde iken 928’de (1522) Rodos kuşatmasına katıldı ve fetihten sonra Rodos Kalesi tamiriyle görevlendirildi. Ardından uzunca bir süre Yanya sancak beyliğinde bulundu. Bu sırada Viyana muhasarasına iştirak etti ve yararlığı görülen bazı askerlerin terfileri için padişaha ve Sadrazam İbrâhim Paşa’ya arzlar sundu (TSMA, nr. E. 5866, 6435). Daha sonra Karaman beylerbeyiliğine tayin edildi (940/1533-34). Bu görevde iken Irakeyn Seferi’ne Karaman askeriyle katılıp çeşitli hizmetler gördü (Feridun Bey, I, 587). Özellikle Tatvan’da Mimar Sinan’a gemiler inşa ettirip sefer için istihbaratta bulunduğu bilinmektedir (Sâî, s. 24). Belirli sürelerle Anadolu ve Rumeli beylerbeyilikleri yaptı ve üçüncü vezirliğe yükseldi. 943’te (1537) Korfu seferinde donanma kaptanı Barbaros Hayreddin Paşa ile birlikte hareket etti ve Osmanlı deniz kuvvetlerinin kumandasını üstlendi. Venedik’in elinde bulunan Korfu adasına 25.000 asker ve otuz top çıkardı (18 Rebîülevvel 944 / 25 Ağustos 1537). Seferin seyri konusunda Barbaros’la arasında ihtilâf çıktı, bu anlaşmazlık daha sonra da sürdü. Padişahın emriyle Korfu kuşatması kaldırılınca Lutfi Paşa İstanbul’a döndü, kısa bir mâzuliyetin ardından divanda ikinci vezirliğe yükseldi (1 Muharrem 945 / 30 Mayıs 1538). İkinci vezir sıfatıyla padişahın yanında Boğdan seferine gitti (Safer 945 / Temmuz 1538). Sefer sırasındaki en önemli hizmeti padişaha Mimar Sinan’ı takdim ederek tanıtması ve Sinan’ın Prut nehri üzerine kurduğu köprü vasıtasıyla ordunun kısa sürede karşıya geçmesini sağlaması oldu (a.g.e., s. 25; Peçuylu İbrâhim, I, 258). 26 Safer 946’da (13 Temmuz 1539) Ayas Paşa’nın ölümü üzerine vezîriâzamlığa getirildi.
Vezîriâzamlığı sırasında Osmanlı-Venedik savaşına son veren 947 (1540) antlaşmasının imzalanmasında aktif rol oynadı. Ayrıca Habsburg elçileriyle yapılan müzakereleri yönetti. Kaynaklarda, Osmanlı Vasalı János Szapolyai’nin hizmetinden ayrılıp Habsburglar’ın temsilcisi olan elçi Laczky ile yürüttüğü görüşmelerde Avrupa ahvaline tam vâkıf olduğu belirtilir. Görüşmeler sonunda alınan savaş kararında da rolü olduğundan söz edilir. Ancak Budin seferine hazırlık yapılırken Muharrem 948’de (Mayıs 1541) ansızın vezîriâzamlıktan azledildi. Görevden alınma sebebi, zina suçlusu bir kadını şer‘î ve örfî hukuka aykırı bir uygulama ile cezalandırması, bu yüzden Yavuz Sultan Selim’in kızı olan eşi Şah Sultan’la aralarında hakarete varan sert bir tartışmanın geçmesi olarak gösterilir (TSMA, nr. E. 7924; Danişmend, II, 220-222). Görevden alındıktan sonra yıllık 200.000 akçe emekli maaşı ile Dimetoka’daki çiftliğine çekilen Lutfi Paşa geri kalan yirmi yıllık hayatını araştırma ve eser telifiyle geçirdi. Azil sebebini eserinde “... mağlûb-ı nisâ olmayıp onların keyd ü mekrinden emin olmak için sadrazamlıktan fâriğ olmağı evlâ görmeğin” sözleriyle ifade ederek kendi isteğiyle vezîriâzamlığı bıraktığını belirtir (Âsafnâme, s. 61). Azlinin başka önemli bir sebebi de sadâreti sırasında giriştiği siyasî, idarî ve malî icraatı, rüşvet ve irtikâpla mücadelesi karşısında kendisi aleyhine çalışan gayri memnun bir zümrenin oluşması ve bunların muhalefeti olarak izah edilir. Bir süre sonra hacca gitmek üzere izin alan Lutfi Paşa hac dönüşü Dimetoka’daki çiftliğine kapanmış ve burada vefat etmiştir (970/1563).
Lutfi Paşa taşradaki sancak beyliği ve beylerbeyilikleri, ardından vezâreti ve özellikle iki yıla yakın süren sadâreti sırasında çok önemli görevler üstlenmiş, köklü icraata girişmiştir. Bunların başında, kendisinin “ulak zulmü” diye nitelediği ulaştırma ve menzil sisteminde yaptığı yeni düzenlemeler gelir. Menzil teşkilâtını geliştirip her menzilde devlete ait atlar bulundurmak suretiyle köklü bir ıslahat yapmış, bu iş için halktan zorla at temin etme uygulamasına son vermiştir. Lutfi Paşa’nın İstanbul’daki elçilerle yakın münasebet içerisinde olup bazı hususlarda onların görüşlerini aldığı belirtilir. Nitekim ulak konusundaki ıslahatı sırasında Batı ülkelerinde böyle bir uygulamanın olup olmadığını araştırdığı bildirilir. Yine onun diplomasinin inceliklerini bilen bir devlet adamı olduğundan bahsedilir.
Lutfi Paşa’nın faaliyetleri ve devlet idaresiyle ilgili bazı fikirlerini bizzat kaleme aldığı Âsafnâme’den takip etmek mümkündür. Buna göre müsâdere uygulamasındaki haksızlıkları gidermeye çalıştığı, özellikle yetim malına müsâdere ile el konulmasını önlediği, devlet hazinesine intikal eden malları yedi yıl süreyle emanette bekletip sahibi çıkmadığı takdirde hazineye kaydetme usulünü getirdiği anlaşılmaktadır. Osmanlı denizciliği konusunda Lutfi Paşa’nın üstlendiği görevler dolayısıyla bu hususta geleceğe yönelik fikirlere sahip olduğu görülür. Yavuz Sultan Selim’in tersane ile ilgili görüş ve niyetlerini aktararak denizciliğin önemini vurgular (a.g.e., s. 88-90).
Devlet adamlığı yanında tarihçiliği ve şairliği de olan Lutfi Paşa’nın “meded” redifli bir şiirini Sehî Bey tezkiresinde vermiştir. Âlim ve şairleri himaye ettiği bilinen Lutfi Paşa döneminin katı dinî düşüncesine sıkı sıkıya bağlı kalmıştır. Bu durum onun edebî eserlere bakış tavrını da belirlemiş görünmektedir. Nitekim Vâsi Alisi’nin bir nüshasını kendisine sunduğu Hümâyunnâme’yi boşuna vakit harcanmış, hayvan masalları anlatan bir eser olarak nitelemiş olması ilmî yönelimi ve tavrı hakkında dikkat çekicidir (İA, XIII, 227). Âlî Mustafa Efendi onun ilmî kudretine gereğinden fazla önem verdiğini, mağrur ve kendini beğenmiş bir kişi olduğunu, kendini Kādî Beyzâvî ve Zemahşerî gibi gördüğünü, Ebüssuûd Efendi, Hasan Çelebi gibi tanınmış âlimlere bazı sorular sorup onların manidar sükûtları karşısında, “Bu iki mollanın namları zatlarına galiptir, zira mechulleri vâfir, mâlûmları nâdirdir” dediğini nakleder. Buna karşılık Sehî Bey, paşanın pek çok ahlâkî meziyete sahip olduğunu yazıp devlet hizmetindeki başarılarını över (Tezkire, s. 25-26). Celâlzâde de benzer meziyetleriyle Lutfi Paşa’yı takdir eder (Tabakātü’l-memâlik, vr. 285b, 301a).
Lutfi Paşa, 948 (1541) tarihli vakfiyesinde Dimetoka’nın Müslim köyündeki mescid ve muallimhânesine 100.000 akçe ile Edirne’de yirmi dükkânı vakfetmiştir. Lutfi Paşa’dan ayrıldıktan sonra bir daha evlenmeyen Şah Sultan, Merkez Efendi’ye intisap etmiş, Mevlânâkapı dışında bir tekke, Davutpaşa ve Eyüp’te birer cami, bir medrese ve Silivrikapı’da bir mektep yaptırmıştır.
Eserleri. Lutfi Paşa’nın Arapça’yı ve Arap gramerini iyi bildiği, Arapça risâleler yazacak kadar bu dili kullandığı, İslâm hukukunun çeşitli konularına ilgi duyduğu yazdığı risâlelerden anlaşılmaktadır. Ancak tarihe özel bir merakı olup bu alanda telif ettiği üç eseri bilhassa dikkat çekicidir.
1. Tevârîh-i Âl-i Osmân. Birçok bakımdan aynı adı taşıyan eserlerle ortak özelliklere sahiptir. Ancak müellifinin devletin en güçlü döneminde vezîriâzamlık makamında bulunmuş bir kimse olması ve olayların yanında çeşitli görüşlere yer vermesi esere ayrı bir derinlik kazandırmıştır. Bu yönüyle benzerinden daha üstün olduğu belirtilir. Müellif eserin telif sebebini saraydaki tahsili, bulunduğu devlet hizmetleri ve özellikle Yavuz Sultan Selim ve Kanûnî Sultan Süleyman devirlerinde katıldığı seferlerde edindiği tecrübeleri kendinden sonrakilere aktarmak olarak izah eder. Başlangıcından 1553 yılına kadar Osmanlı tarihinin konu edildiği kitabın kaynakları arasında anonim Osmanlı tarihleri yanında Ahmedî, Âşıkpaşazâde, Oruç Bey, Neşrî, Şükrî-yi Bitlisî gibi tarihçilerin eserlerinin yer aldığı tesbit edilmiştir. Lutfi Paşa kitabını hazırlarken İslâm tarih yazıcılığının Târîḫ-i Ṭaberî, Târîḫ-i Güzîde, Târîh-i Âl-i Selçûk gibi muteber kaynaklarını okuduğunu belirtir. Eserin giriş kısmı dışında XVI. yüzyılın başlarından 1553 tarihine kadar yaklaşık yarım asırlık dönem onun bizzat yaşadığı, müşahede ettiği, fiilen içinde bulunduğu hadiseleri ihtiva etmesi dolayısıyla birinci elden kaynak niteliği taşır. Eser, başta Âlî Mustafa Efendi olmak üzere birçok tarihçi ve araştırmacı tarafından kullanılmıştır. Biri Viyana Millî Kütüphanesi’nde, üçü Türkiye’de olmak üzere dört nüshası bilinen eserin Hâfızıkütüb Âlî Bey tarafından geniş notlu ve açıklamalı olarak bir neşri yapılmıştır (İstanbul 1341). Bu neşir daha sonra bir giriş ve indeks ilâvesiyle yeniden basılmıştır (haz. Mehmet Tayşi, İstanbul 1990). Eserin, bütün nüshaları değerlendirilerek Âlî Bey’in not ve hâşiyeleri dahil tam metni Kayhan Atik tarafından hazırlanmıştır (Lutfi Paşa ve Tevârîh-i Âl-i Osman, Ankara 2001).
2. Âsafnâme. Lutfi Paşa’nın Osmanlı teşkilâtına dair bu risâlesi Osmanlı sahasında kaleme alınan siyâsetnâme türünün ilk örneklerinden biridir. Eser bir vezîriâzamın kaleminden çıkmış bulunması sebebiyle de dikkat çekmiş ve benzerlerine örnek teşkil etmiştir. En son tenkitli neşri Mübahat Kütükoğlu tarafından yapılmıştır (Kütükoğlu, 1991).
3. Ḫalâṣü’l-ümme fî maʿrifeti’l-eʾimme. Lutfi Paşa’nın Osmanlı hilâfetinin meşruiyetini ve geniş kitleler tarafından kabul edildiğini ispat için yazdığı Arapça bir risâledir. Yaşadığı dönemde halifenin Kureyş’ten olmasıyla ilgili hadise dayanarak Osmanlı padişahlarının hilâfetinin meşruiyetinin tartışılması üzerine Lutfi Paşa bu hadisin mevzû olduğunu, böyle olmasa bile bu makamı dirayetle temsil eden Osmanlı padişahları için geçerli olamayacağını çeşitli delillerle ispata çalışır. Uzun süre kıymeti farkedilmeyen eserin bir nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde (Revan Köşkü, nr. 644), diğer ikisi -biri Farsça, diğeri Arapça, satır arası Türkçe tercümeli olmak üzere- Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Ayasofya, nr. 2876, 2877) kayıtlıdır.
Lutfi Paşa’nın bunlardan başka tarihinin dîbâcesinde liste halinde verdiği, genellikle fıkhî konulara ait Arapça ve Türkçe kaleme alınmış yirmi civarında eserinin bulunduğu anlaşılmaktadır.
Asafname'de Sadrazam'ın Özelliklerine ve Gelirine Dair Bölüm:
Vezir-i azam kul tā 'ifesine müdebbir şāhib-i akl ağalar ve kātibler etmek gerekdür. Ķul mażbūt olmayınca şadr-ı azam istirahatde olmaz. Ve Pādişāha umūr-ı din ü devlete lazım olanı bi-tevaķķuf söylemek gerekdür. Ve çendān 'azlden vehm etmemek gerekdür. Bir hıdmet-i nā-hemvär görülmekden 'azille beyne'n-nās kārın-pesend olmak yegdür. Vezir-i azam kapusı açık gerekdür. (Ve ırż-şiken olmak gerekdür.) Tatyib-i hāțıra sa' y étmek lazımdur. Ve harām- zādeyi halāş etmeyüp hakkından gelmek gerekdür. Ve rüşvet ki bir maraż-1 bi-ilacdur hazer eyleyeler. Allahümme neccinā ve 'afīnā. Mühimmātdandur. Vezir-i azam haşşı on iki yükdür. Yigirmi yük akçe haķir on yüküni yılda matbahum ve kulum mühimmātına vėrürdüm olur. (senede bu ve beş yüküni hazinemde kordum ve beş yüküni taşadduķ édüp haftada iki gün Hazret-i Risālet-penāhun şalavātullahi 'aleyhi ve selamuhu- ruh-ı şerifleriçün ța ām ėdüp fuķaraya ve meşāyıh ü şulehāyı da vet ėtdügümüzde nėce umür müşāvere ėdüp naşīhat ve du āların alurdum.
Sadeleştirilmiş Hali:
Sadrazamın emrine ihdiyatlı, akl-ı selim adamlar ve katipler atanması gerekir. Allah olmayınca sadrazam rahat olmaz. Ve din ve devlet menfaati için gerekeni tevazu ile padişaha söylemek gerekir. Ve azledilmekten şüphe etmemek gerekir. Layık olmayan bir hizmet olarak görülmektense rezil olmak daha iyidir. Sadrazamın kapısı açık olmalıdır. (Ve iffetli olmak gerekir.) Hafızayı hoş tutmak için çaba sarf etmek gerekir. Ve gayri meşru olanla uğraşmak gerekir, onu hoş görmek değil. Ve rüşvet, onlara şifa olan bir hastalıktır. Allah’ım, bizi kurtarsın ve affetsin. Mühimmattandır. Sadrazamın has geliri on iki yüktür. Yirmi yük akçe olur. Ben bunun yılda on akçesini mutfağım ve hizmetçimin mühimmatı için veririm ve beş yükünü her yıl hazinemde bulundurur, beş yükünü sadaka verip Hz. Muhammed’in ruhi şerifleri için haftada iki gün, ulemanın salih şeyhlerini ve ileri gelenleri ile fakirleri davet edip istişare eder, nasihat ve duanı alırdım.
Tevârih-İ Âl-İ Osmân'da Yavuz Sultan Selim'in İran Seferi Sonrası Yaşananlara Dair Bir Anlatı:
Sultân Selîm Tebrîz halkına emân virüp ve leşkerine tenbîh ve te‘kid idüp didi ki “Olmaya kimsenin ehl-i Tebrîz’e zarâr u ziyânı olup rencide hâl olalar... Andan Rûm pâdişâhı Sultân Selîm’e didiler ki “Bu er Hüseyin Baykara oğlı Bedîü’z-zemân’dur. Şâh İsmaîl Horâsân mülkini gasben elinden alup ve kendüyi hor ve hakîr idüp dahi Tebriz’e getürüp ve Şâm-i Gazân günbedin buna mekân virüp yasak itmişdür. Ata ve katıra ve deveye ve eşege binüp kanda varırsa yayak vara ve yanında sipâh sûretlü âdem olmaya”. Sultân Selîm Bedîü’z-zemân’ın hâlini bilicek envâi dürlü ri‘âyetler idüp ve dahi vâfir in‘âmlar idüp altun eyerler ve bahrî hûtâzlar ve tazı atlar gönderüp ve dahi envâi libâslar virüp ve Rûm vilâyetine bile getürüp va‘de idüp didi kim “Eğer hak celle ve alâ ecelden emân virürse seni tahtına kavuşduram”. Ve bu ‘ahdı itdi ammâ Bedîü’z-zemân Rûm’da sehl zemân ‘ömr sürdi, âhirete ulaşdi…
Sadeleştirilmiş Hali:
Sultan Selim, Tebriz halkına güvence verdi ve askerlerine, "Kimse Tebriz halkına zarar vermesin ve rencide etmesin" diyerek uyardı ve tekrarladı... Sonra Rum Padişahı Sultan Selim’e dediler ki, “Bu adam Hüseyin Baykara’nın oğlu Bediüzzaman’dır. Şah İsmail Horasan topraklarını gasp etti ve onu hor görüp aşağılayarak Tebriz’e getirdi, Şam şehrini ona yasakladı. At, katır, deveye veya eşeğe binip varacağı yere yürüyerek gidecek ve yanında süvari olmayacak.” Sultan Selim Bediüzzaman’ın halini bildiği için ona saygı gösterdi ve ayrıca bağışlarda bulundu, ve bol unvan verip altın eyerler, hızlı koşan atlar gönderdi ve çeşitli elbiseler verip ve hatta bunları Rum iline getirdi ve “Eğer Yüce Allah izin verirse, seni tahtına geri koyacağım” diye söz verdi. Ve bu sözünü yerine getirdi, fakat Bediüzzaman Rum’da uzun bir ömür yaşadı ve ahirete ulaştı…
Kaynaklar:
İşbirli, M. (2003). Lutfi Paşa, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/lutfi-pasa (25.11.2024).
Kütükoğlu, M. (1991). Lutfi Paşa Âsafnâmesi, Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu’na Armağan, İstanbul 1991, s. 49-99.
Lütfî Paşa (1341). Lütfî Paşa Tarihi - Tevârîh-i Âl-i Osmân. Nşr. Ali Bey. İstanbul: Âmire Matbaası.
Özek, F. ve Yıldırım, O. (2021). Kânûnî Dönemi Kânûnnâmelerine Bir Örnek: Âsafnâme (İnceleme-Metin). Turkish Studies-Language & Literature, 16(2).