En önemli eserlerinden biri, 1722-1729 yılları arasındaki olayları anlattığı "Târih" adlı eseridir. Bu eser, Lâle Devri'nin önemli kaynaklarından biridir.
Çelebizâde Âsım (d. 1096/1685 – ö. 1173/1760), babası Küçük Çelebi Mehmed Efendi nedeniyle bu adla tanınan şairdir.
1699 yılında Vakanüvislik görevine atanan Na’imâ, Osmanlı tarih yazıcılığının ilk resmî vak’anüvisidir. Ardından bu göreve pek çok kişi atanmış olsa da, özellikle üç isim hem şair olmaları, hem vak’anüvislik yapmaları hem de çağdaş olmaları açısından büyük önem taşır: 1714’te vak’anüvis olan Râşid, 1723’te bu göreve gelen Âsım ve 1730’da vak’anüvislik görevine atanan Sâmî. Osmanlı tarih yazıcılığı, özellikle XVIII. yüzyıldaki vakâyi’nâmeler açısından incelendiğinde, Âsım’ın yazdığı tarih Râşid’in tarihine, Sâmî’nin yazdığı tarih ise Âsım’ınkine zeyil (ek) olarak kabul edilir. Râşid ve Âsım’ın tarihleri, Sâmî’ninkine kıyasla daha kapsamlı ve ayrıntılıdır.
Her üç şair de, tarihçi kimliklerinin yanı sıra XVIII. yüzyıl Divan şiirinin önde gelen isimleri arasında yer alır. Bu dönemde yaygınlaşan tarih düşürme geleneği çerçevesinde, söz konusu vak’anüvis şairlerin divanlarında tarih manzumelerinin yoğunluğu dikkat çeker. Savaşlar, fetihler, elçi görüşmeleri, barış antlaşmaları, padişah cülusları, hanedan üyelerinin doğumları, vefatları, sünnet ve nikah törenleri, çeyiz alayları, sadaret makamına atanan vezir-i azamlar, devlet rütbelerine getirilen veya görevden alınan bürokratlar, memleketteki isyanlar, yangınlar, İstanbul başta olmak üzere pek çok yerleşim merkezinde inşa edilen yeni yapılar ve restorasyonlar gibi pek çok konu, dönemin vakâyi’nâmelerinde yer aldığı gibi, bu şairlerin divanlarında da farklı açılardan işlenmiştir.
Özellikle XVIII. yüzyılın ilk yarısında, Lâle Devri padişahı III. Ahmed ve sadrazamı Damat İbrahim Paşa’nın düzenlediği tüm eğlencelere, resmi törenlere, açılışlara, sefir kabullerine, kurulan ilmî heyetlerin çalışmalarına dönemin en ünlü şairleri ve tarihçileri olan Nedîm, Seyyid Vehbî, İzzet Ali Paşa, Neylî, Râşid, Âsım, Sâmî, Şâkir gibi isimler de katılmıştır. Bu yüzden XVIII. yüzyıl Osmanlı toplum hayatının şiir dünyasına yansımaları da en çok bu şairlerin divanlarında görülmektedir. Aralarından özellikle şiirleriyle olduğu kadar tarihçi kimliğiyle de tanınan Âsım, olayları ve mekânları daha detaylı ve gerçekçi bir şekilde tasvir etmiştir.
Asım Efendi'nin M. 1729’da (H. 1142), Sadrazam İbrahim Paşa’dan Hâmise* İsteği:
Âsafâ bir kerre rû-mâl eyleyen dergâhuña
Kâm-yâb olur ne deñlü ‘âciz-i nâ-kâm ise
Feyz-i mihr-lutf-ı vücûduñla olur hâsıl tamâm
Mîve-i ümmîdi halkuñ her ne deñlü hâm ise
İznüñ olursa eger ‘arz eyleyem ahvâlümi
Hâk-pây-ı devlete vâ-beste-i âlâm ise
Ben tarîka gireli oldı yigirmi iki yıl
Aldı az müddetde menzil nice hâs u ‘âm ise
İntisâb-ı dergehüñde bâ’is-i fahrum benüm
Ġayrıya zât u zamânı mâye-i ikrâm ise
Şimdi bir mahlûl var ‘Âsım kuluñ bî-ihtiyâr
Lutfuña maġrûr olup eyler recâ-yı hâmise
Sadeleştirilmiş Hali:
Bir kere dergâhına giren kişi,
Her ne kadar aciz ve eksik olsa da, başarılı olur.
Allah’ın sevgisi ve lütfu ile en yüksek başarıya ulaşır.
İnsanların umudu, O’nun izniyle gerçekleşir, kim ne kadar basit ve dar bir durumda olsa da.
Eğer izin verilirse, halimi arz etmek isterim,
Çünkü ben de devletin kutlu toprağına bağlı biriyim.
Yirmi iki yıldır bu yolda ilerliyorum,
Ve kısa sürede birçok başarı kazandım.
Dergâha bağlılığım, bana büyük bir onur ve şeref kazandırdı,
Ki bu ikramlar başkalarına da nasip oluyordur.
Şimdi, Âsım’ın kulunun durumu,
O’nun lütfuyla şekilleniyor ve ben de bu lütfa güvenerek hamise olmayı umuyorum.
*Buradaki "Hâmise”den kasıt, “hâmise-i Süleymaniye”dir: “Medrese-i Süleymaniye’yi terkip eden medreselerden bir kısmına verilen ünvandı. İlk zamanlarda bu medreseler beş taneydi ve ‘havamis’ adını taşıyorlardı. Sonraları müderrislerin adedi artırılmış ve bu sebeple ‘havamis’ kelimesi de ‘hamise’ye kalbolunmuştur. Nitekim, Asım efendi de kısa bir süre sonra Süleymaniye Medresesi’ne geçmiştir (Bkz. Öztekin, 2013).
Kaynaklar:
Öztekin, Ö. (2013). Xvııı. Yüzyılın vak’anüvis şairi Âsım: hayatı, eserleri, sanatı. Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları (HÜTAD), (18), 207-229.