Mütercim Âsım
Tarihçi

Farsça ve Arapça'dan Türkçe'ye yaptığı tercümelerle tanınır. Başlıca eserleri arasında "Burhân-ı Kātı‘" (Farsça-Türkçe sözlük), "Tuhfe-i Âsım" (Arapça-Türkçe manzum sözlük) ve "Âsım Tarihi" yer alır.

Seyyid Ahmed Âsım, 1755 yılında Antep'te dünyaya geldi. Ailesi, ilmi ve edebi yönüyle tanınmaktaydı. Dedesi Husûlî Efendi ve babası Antep Şer‘iyye Mahkemesi başkâtibi Mehmed Cenânî Efendi, devrin önde gelen alimlerindendi. Ailesinde şairler, lugatçılar ve hattatlar bulunmaktaydı.

Ahmed Âsım, Antep'te iyi bir eğitim aldı ve Arapça, hat sanatı ve dini ilimler alanında kendini yetiştirdi. Babasından ve Kilisli Rûhî Mustafa Efendi'den edebiyat dersleri aldı. Kariyerine Antep Mahkemesi Kalemi'nde başladı ve zamanla Antep mukataa mutasarrıfı Battalzâde Mehmed Nûri Paşa'nın divan kâtibi oldu. Ancak, Paşa'nın sarayla arasının bozulması sonucu Antep'te karışıklıklar yaşandı ve Âsım Efendi bütün mal varlığını kaybederek Kilis'e sığınmak zorunda kaldı.

Osmanlı Sarayındaki Yükselişi

1204 (1789-90) yılında İstanbul'a giden Âsım Efendi, ilmi kariyerinde önemli bir döneme girdi. III. Selim'e sunduğu Tibyân-ı Nâfi' der Terceme-i Burhân-i Kâtı' adlı eseri sayesinde dikkatleri üzerine çekti. Padişah, ona sefâret, vekayi tahriri ve nâmenüvislik gibi görevler vererek kendisine 300 kuruş maaş bağlattı ve bir ev tahsis etti.

Arapça öğrenmek isteyenler için 1798'de Tuhfe-i Âsım'ı yazan Âsım Efendi, ardından Naẓmü's-sîre adlı eseri tercüme ederek III. Selim'e sundu. 1800-1801'de Hicaz'a gitti, Medine'de hocası Abdullah Necib Efendi ile görüşerek Şerh-i Siyer-i Halebî'ű yazdı. Dönüşte Şam ve Halep'e uğradıktan sonra Antep ve Maraş'a giderek nihayet İstanbul'a döndü.

1807 yılında vak'anüvis oldu ve bu görevi ölümüne kadar sürdürdü. 1814'te Selanik Kadısı olarak atandı, ancak bir süre sonra İstanbul'a geri döndü. 27 Kasım 1819'da İstanbul'da veba salgınından hayatını kaybetti. Mezarı Karacaahmet'te bulunmaktadır.

Eserleri

1. Burhân-ı Kâtı' Tercümesi (Tibyân-ı Nâfi' der Terceme-i Burhân-i Kâtı'): Farsça kelimeleri içeren bu eser, astronomi, astroloji, felsefe, tasavvuf ve hendese gibi alanlarda bilgiler sunan bir sözlüktür. Âsım Efendi, otuzdan fazla kaynaktan faydalanarak eseri genişletti.

2. Kâmus Tercümesi (el-Okyânûsu'l-basîţ fî tercemeti'l-Kâmûsi'l-muhît): Arapça Kâmûs'ün tercümesidir. Beş yılda tamamlanmış ve 1814'te II. Mahmud'a sunulmuştur. Tercümede, Arapça kelimelere Türkçe karşılıklar bulmak için yoğun bir çaba harcanmıştır.

3. Tuhfe-i Âsım: Arapça öğrenmek isteyenler için yazılmış 1251 beyitlik manzum bir sözlüktür.

4. Âsım Tarihi: Vak'anüvis olarak yazdığı bu eser, 1804-1808 yılları arasındaki olayları kapsamaktadır. II. Mahmud'un cülûsuna kadar olan dönemi anlatan eser, Alemdar Vak'ası sırasında büyük ölçüde yanmış, ancak daha sonra yeniden yazılmıştır.

5. Merahu'l-meâlî fî şerhi'l-Emâlî: Kelâma dair olan bu eser, III. Selim'e sunulmuştur.

6. Terceme-i Siyer-i Halebî: Siyer-i Halebî'nin Türkçeye açıklamalı tercümesidir.

7. Makâle-i İstibsâr-âmiz der Beyân-ı Âmeden-i İngiliz: İngilizler'in İstanbul'a gelişini anlatan bir eserdir.

8. Terceme-i Mazharu't-takdîs bi-hurûci't-tâifeti Devleti'l-Fransîs: Napolyon'un Mısır'ı işgalini anlatan bir eserin Türkçeye tercümesidir.

Seyyid Ahmed Âsım, Osmanlı'nın önemli tarihçi ve sözlük çevirmenlerinden biri olmuş, hem ilmi hem de edebi alanlarda derin izler bırakmıştır. Eserleri, Osmanlı Türkçesi ve dil tarihi çalışmaları için bugün de değerli kaynaklar arasında yer almaktadır.


Asım Efendi Tarihi'nde Mısır'da Çıkan İsyan ve Vezir Ali Paşa'nın Yerine Cezzar Ahmet Paşa'nın Getirilmesi:

"Mısır Vâlîsi olan Vezîr ‘Ali Paşa İskenderiyye'ye vardıkda, ba‘de'l-feth meşîme-i   Ümmü'd-dünyâ'dan tev’emân   olarak   galat-ı   tabî‘at   mesâbesinde   mütevellid   ve   fesâd-ı   mütecessid   olan   ümerâ’   ve   Arnabûd   tâ’ifelerinden  ‘ibâret fi’e-i mütegallibenin ahad-i  tarafeynini i‘mâl-i re’y-i rezîn ve ifrâğı hüsn-i tedbîr-i dil-nişîn ile kendi tarafına müncezib ve ol takrîble  şıkk-ı âharın def‘ u izâlesine müte’ehhib olmak lâzime-i revi ş-i kâr-âgâhî vü reviyyet iken,  müşârun   ileyh   fî   zâtihî   ol   mak  le   umûrun   eri   ve   ol   ūmeydânın   dilâveri   olmadığı hasebiyle, “Temîmiyyün merreten ve Kaysiyyün uhrâ” televvünüyle gâh   ümerâ’   dedikleri   bed-tıynetâna   ve   gâh   sergerde-i   Arnabûdân'a   izhâr-ı meyl ü rükûn ve bu mu‘âmele-i  şu‘bede-nümûn,  tarafeyne bâ‘is-i vesvese-i derûn olmuşidi.

Cânib-i   Hicâz'ın   ihtilâli   sebebiyle   ol   taraf-ı   evzahu'ş-şerefin   tesviye-i  umûru, cânib-i Mısır'a tevakkuf edüp, bu mülâbese ile ümerânın hasbe'l-vakt cünha ve tebe‘âtlarından igmâz ve  tenkîl ve mücâzâtlarından i‘râz ile  ‘afv-i kusûr   ve   ba‘zı   şurût   in‘ik  diyle   kutr-i   mezkûrdan   ādef‘-i   g  ’ile-i   şerrā  u  şûr  kılınmak   tedbîri,   kulûb-i   evliyây-ı   umûra  hutûr   eylemekden   nâşî,   güzâreşpezîr   olduğu   üzere   mâdde-i   ‘afvü igmâz   taraf-ı   Devlet-i   ebed-bünyân'dan  cânib-i   müşârun   ileyhe i‘lâmü   i‘lân   ve   hıfz-ı   nüfûzu   zımnında   maslahat-ı   merk  me ūyed ve ma‘rifet-i müşîrânesiyle nizâm-pezîr olmak istihsân olunup, ol bâbda iktizâ eden  emr-i ‘âlî tarafına irsâl ve etrâfiyle tavsıye ve   ta‘lîmâtı ikmâl   olundu   ise   de,   ümerânın   sû’-i   niyyet   ve   hubs-i   serîretlerine vukufla  ūirâde-i   Devlet-i   ‘aliyye'ye   irâ’et-i   rûy-i   inkıyâd   eylemeyeceklerini   ictihâd   ve   kuvvet-i   k  hire-i   Saltanatā   ile   Mısır'a duhûl   ‘azîmetini   pîş-nihâd  eylemek maglatasıyla imrâr-ı zemân ve bu dak ka, īümerâ’-i Arnabûd tâ’ifesinin mahsûsları olmağla, te’kîd-i hadşe vü halecân eylediğinden nâşî, miyânel-erinde  rusül ve resâ’il tevârüd eyleyerek,  tarafeyn zâhir-i hâlde yek-dîğerden kesb-i emniyyet ü itmînân ve iki taraf has-pâre-i hikd ü kînelerini endâhte-i  zîr-i pelâs-i kitmân eyleyüp, mü şârun ileyh ise ittifâk-ı merk  mdan g  fil veūābâzîçe-i şu‘bede-bâz-ı felekden zâhil debdebe-i vezîrâne ve kevkebe-i dilîrâne ile   İskenderiyye'den   kıyâm   u   rihlet   ve   lâ-ubâliyâne   Mısır'a   doğru   tahrîki  râyet-i ‘azîmet eylemişidi. Dâ’iresinde olan kesret ü cem‘iyyet, eşkıyâ tarafına bâ‘is-i   dehşet   ve   setîr-i   zamîr-i   habâset-semîrleri   olan fesâdü mel‘anetin icrâsına rû-pûş-i mümâna‘at olacağı tasavvuruyla ba‘zı behâne îrâd ü inbâ ve  tefrîk-ı   asker   ile   sebükbârâne   Mısır'a   duhûlünü   ‘arz   u   inhâ   eylemeleriyle, muzâyaka-i   mekân   ve   ‘adem-i   müsâ‘ade-i   vakt   ü   zemân   iktizâsıyla   nâ-çâr   irâde ve iltimâslarına mümâşâta karâr verüp, askerini terk ü ıhlâ ve muhtasarı  dâ’ire   ile   iktifâ   eylediğine   müte‘âkıb,   vetîre-i zebîre   üzere   tarafeyne   irsâl-i  mekâtîb-i   mütehâlifetü'l-esâlîb in   mefhûmât-ı   hud‘a-âyâtını   îmâ   birle   cihet-i   emniyyetleri mesdûd ve sekîne-i sîne-i pür-kîneleri mefk  d olma ğla, ūDevlet-i ‘aliyye'den   Mısr-ı   K  hireā'ye   âhar   bir    Vâlî   tevcîh   ü   irsâl   buyurulmak  istid‘âsında olacaklarını ifâde ile havâss u etbâ‘, ya‘nî cem‘-i kıllet-i  eşyâ‘iyle   Gazze   semtine   teveccüh   eylemesini,   âverde-i   zebân-ı   pür-mekr   u   hıdâ‘ eylediler. Müşârun ileyh  za‘f-ı re’y (راى) ve  feyâlet-i tedbîrî sebebi ile iki fırkanın birini tarafına cezb ü teshîr ve ol vechile maslahat-ı musamme-mesini tehvîn ü teysîre muvaffak olamayup, temhîd eyledi ği kazâyây-ı ‘akī-metü'l-intâc fırkateyni ittihâd ü muvâfakate muhtâc eyledi ğini  tahk kī u îk  nāve üzerine havâle kılınan cellâdân-ı bî-emân ile Gazze cânibine eşk-rîz-i nedâ met-i   bî-pâyân   olarak   ‘atf-ı   ‘inân   eyledi.   Bilbîs   Kazâsı'na   vürûdunda   zikr  olunan  havene-i Fir‘avniyân,  ta‘lîm-i ümerâ’-i bed-peymânla müşârun ileyhi küşte-i  şemşîr-i gadr u hayf  ve  ma‘iyyetinde bulunan  bî-günâhânı dahi bi'l-cümle güzârende-i kantara-i seyf eylediler; fe-‘alallâhi'l-intikām. Bu  haber-i pür-vahşet resîde-i sâmi‘a-i devlet oldukda,  Vezîr-i celâdet-semîr Cezzâr Ahmed Paşa hazretlerine Tevliyet-i Mısır'ın tevcîhi , müstasveb-i meşîr u müsteşîr ve hatt-ı hümâyûnla müveşşah emr-i ‘âlî-şân tarafına ta‘cîl ü tesyîr olunup,  nizâm-ı memleket dahi süpürde-i ‘uhde-i hamiyyetleri kılındı.  Müşârun ileyh ol hılâlde marîz u bîmâr ve âmâde-i terk-i kâr u bâr oldu ğu bi'l-ihbâr bedîdâr olup, erkân-ı devlet bu hâletden müte’essir ve zuhûrât-ı  şu’ûn-i gaybiyyeye muntazır oldular.

Sûreti budur ki, ‘Ali Paşa'nın vak‘a-i hâ’ilesinde tâ’ife-i Arna-bûd'un ‘ilm ü medhali olmadığından başka, bir vezîr-i ‘âlî-şânın def‘iyle iktifâ eylemeyüp, dâ’iresiyle istîsâli kendülere g yet girân ve nefsü'l-āemr eşedd-i bagy ü tuğyân olduğundan fazla, tâ’ife-i merk meūnin Rumeli cânibinde ‘alâka-i külliyyeleri olmakdan nâşî, vuk ‘ bulan keyfiyyet-i mûhişe-i merū-sûmede iştirâk ma‘nâsı ezhâna mütebâdir ve kendi nefislerine ve hî şân ü te-bârlarına mu’âhaze ve kahr-ı Saltanat-ı seniyye derkâr olacağından müsteş‘ir olmalarıyla, vesvese vü endîşeleri refte refte resîde-i hadd-i ‘inâyet ve bu mâddeden tebriye-i zimmet ve tebe‘ât-i sâbıkalarını ilg ya ilk y-ı ‘azîmet ileāāDevlet-i ‘aliyye'ye bir hıdmet eylemek tasavvuru, miyânelerinde hufyeten karâr-gîr-i temşiyet olup, ‘ale'l-gafle ümerây-ı Mısır üzere hücûm ve ol kavm-i müstahikku'l-levmi dâne-i tüfeng ü tîr ile mercûm eylediler. Ümerâ’ ve hevâdârları her ne kadar bîrûn-i hîta-i şümâr ise de bir sâ‘at mikdârı hareket-i mezbûha ile muk vemete ibtidâr ve tehaffuz-ı nefs dâ‘iyesiyle âg z-i kârzârāāeyleyüp, ‘âkıbetü'l-emr sûret-i sebâtları vehn ü tezelzüle münkalib ve esve-i hâlle seg be-sahrâ deştine hârib ve hengâm-ı iltihâmda vâfir ‘avene ve hevâdârları küşte-i seyf-i bâtir ve bu cihetle haklarında intik m-ı İlâhîā zâhir oldu. Vuk ‘ bulan keyfiyyâtı fi'l-hâl ūİskenderiyye Muhâfızı Hûrşîd Paşa tarafına i‘lâm ü inhâ ve ‘uhûd-i ekîde ile ba‘de't-tevsîk ber-vech-i isti‘câl Mısır'a kudûmlerini niyâz ü istircâ eylediler."

(Mütercim Asım Efendi, Asım Efendi Tarihi, s. 33-34)

Sadeleştirilmiş Hali:

Vezir Ali Paşa'nın Mısır Valiliği'ne atanmasından sonra, İskenderiye'ye vardığında, fetih sonrası Ümmü'dünyâ (dünya anası) gibi bir yerde, doğa kurallarına aykırı şekilde doğmuş ve sürekli bozulmaya sebep olmuş olan askerî liderler ve Arnabûd kabilesine mensup olanlar arasında, bir tarafın çıkarlarını kendi lehine çevirebilmek için stratejik kararlar alması gerekti. Ancak, bu durum, diğer tarafla olan ilişkileri bozan ve iç karışıklıklara yol açan bir süreç oldu.

Hicaz'daki isyan sebebiyle, Mısır'da düzenin sağlanması için bazı önlemler alındı. O dönemdeki askeri yönetim, kararlarını biraz daha yumuşatarak, suçluları affederek ve onlara belli koşullarda tekrar görev verme kararı aldı. Ancak, bazı subayların kötü niyetli hareketleri ve gizli planları, bu çözüm yollarını engelledi ve Mısır'a daha fazla güvenlik getirmek için yapılan girişimler başarısız oldu.

Vezir Ali Paşa'nın bu süreçteki karışıklıkları çözmeye yönelik gösterdiği çabalar, subayların kötü niyetli davranışları nedeniyle başarılı olamayınca, Mısır'da daha fazla huzur ve düzen sağlanamıyordu. Bu şartlar altında, Cezzâr Ahmed Paşa'nın Mısır Valisi olarak atanması önerildi ve bu atama, hükümetin içindeki karışıklıkları düzeltmek amacıyla yapılmıştı.

Cezzâr Ahmed Paşa, Mısır'a yeni bir yönetim getirmek amacıyla görevlendirildiğinde, bu değişim de kısa vadede beklenen sonucu vermedi. Ülkede mevcut karışıklıkları sona erdirmek ve düzeni sağlamak için çeşitli stratejik adımlar atılmak istendi, fakat yeni yönetimin uygulamaları da bazı güç gruplarını memnun etmedi. Bu durum, Mısır'da güvenliğin sağlanmasını ve halkın güvenini kazanmayı zorlaştırdı

Bu durum şudur ki, Ali Paşa'nın hadisesinde, Arnabûd aşiretinin ilim ve müdahale noktasında hiçbir bilgisi yoktu. Ancak, yüksek mertebedeki bir vezirin müdahalesiyle yetinmeyip, kendi bölgesinde ve dairesinde bir iç çekişme başlatmış ve halkın en ağır isyanını ve başkaldırısını beraberinde getirmiştir. Bundan ötürü, Rumeli tarafındaki diğer topluluklarla olan ilişkilerinden kaynaklanan bir karmaşa yaşanmış ve bu durumu derinlemesine inceleyenler, bir tehdit veya zorunluluk hissiyle harekete geçmişlerdir. Kendi nefislerine ve yüksek mevkiilerine karşı ciddi bir sorumluluk ve ceza beklediklerinden, tüm iç endişeleri ve vesveseleri gidermek için bu sorumluluğu üstlenmişlerdir. İlk başta, Osmanlı Devleti'ne hizmet etmeyi düşünmüşlerdir, ancak bu düşünceler gizli bir şekilde kalmış ve nihayetinde Mısır'daki yöneticiye karşı bir saldırı ve isyan hazırlıkları yapılmıştır. Mısır'daki hükümet yetkilileri ise, hızla müdahale ederek, karşı çıkanları silah kullanarak cezalandırmışlardır. Paşalar ve onları destekleyenler, isyan başladığında, durumun ciddiyetine dayalı olarak kendilerini savunmak için harekete geçmişlerdir. Ancak, bir saat kadar süren bu mücadele sonrasında, topraklarında geriye dönülmez bir kayıptan dolayı düşüşe geçmişlerdir. Sonuçta, bu kişiler, ağır bir ceza ve ilahi kudretin etkisiyle cezalandırılmıştır.

Bu gelişmelerin sonrasında, İskenderiye'nin muhafızı Hurşid Paşa'ya bildirilmiş ve derhal harekete geçilmesi için bir iletişim kurulmuştur. Onlar, Mısır'a hızlı bir şekilde gelmek üzere gönderilen bir raporu tevsik etmişlerdir. O dönemdeki yönetici ve müttefikleri, aralarındaki güveni pekiştirmek amacıyla antlaşmalar yapmışlar ve Mısır'a yapılacak bir askeri harekât için hazırlıklar yapılmıştır. Ancak, bir noktada, bu hareketin arkasında olanların güvenliği için çok sayıda önlem alınması gerektiği anlaşılmıştır. Son olarak, Mısır hükümetine doğru gönderilen raporlarla, bu isyanın bir şekilde devlete zarar vereceği belirtilmiştir.


  Mütercim Âsım'ın "Âsım Tarihi"nde III. Selim Dönemi Devlet Adamlarına Yönelik Tespiti:

"Ve'l-hâsıl   Pâdişâh  Selîmü'l-bâl   ve   sâfî-derûn  hazretleri  ber-muktezây-ı  tâli‘ u erven, bidâyet-i saltanatlarından berü hayr-hâh ve sâdık ve mütedeyyin ve   kanâ‘atkâr   ve   veliyy-i   ni‘meti   olan   Pâdişâh-ı   ‘âlem-penâh   hazretlerinin  nâmûs-i   mülk   ü   millet   ve   devlet   ve   şâyân-ı   şân-ı   saltanatlarını   muhâfız   ve  nigeh-dâr   olan   kurenâ   ve   mukarrebîne   muvaffak   olamayup,   evâ’il-i   vakitde   Şemseddîn   Bey   ve   Kamereddîn   Bey   ve   fulân   ve   fulân   bey   nâmına   ahvâl-i   zîr   u   bâlâdan   bî-haber,   gafil,   bî-magz   ve   sebük-dil   bir   alay   lâyık-ıātîmâr-hâne, ser-mest ve dîvâneler ihâta edüp, ba‘dehû Sır Kâtibi ve sâ’irleri gibi gerçi  zekâ vü ferâsetde İyâs ve  dehâ ve kiyâsetde Ebû Nüvâs  ‘adîli  olan  bir  gürûh dühât ve mûşikâfân, mülâzım-ı dergâh-ı felek-‘unvân-ı  Şâhâne'leri olup, lâkin   her   birinin   “Ellezîne   yeknizûne'z-zehebe   ve'l-fızzate”  âyet-i   kerîmesi,  sıfat-ı kâşife-i cibillet-i zemîmesi  olmağla, leyl ü nehâr sa‘y ü gayretleri cem‘ u iddihâr ve  zevk u şevk ve  ‘îş ü nûş-i hoş-güvâr tarafına masrûf ve  himmetleri zimmetlerine munhasır u mevk  fū ve ser-i kârân-ı Bîrûn'un dahi her biri anların birine murtebıt ve miyânelerinde  dâd ü dihiş-i maslahatları munzabıt idi.  Ve Vekîl-i   hazret-i   Pâdişâh   ve   tekallüd-i   mühr-i   Sadâret'le   mutasarrıf-ı   umûr-i   ra‘iyyet   ü   sipâh   olacak   zevât-ı  kirâm ,   bu   iki   fırkanın   beynlerinde   bi-‘aynihî‘ âlem-i berzah gibi ‘amel-mânde ve güm-nâm  ve tendîse-i bostân-ı ihtişâm idi."

(Mütercim Asım, Asım Efendi Tarihi)

Sadeleştirilmiş Hali:

Sonuç olarak, huzurlu ve saf yürekli Sultan Selim Han, talihi ve kaderi gereği, saltanatının başlangıcından itibaren devlete sadık, dindar, kanaatkâr ve cömert bir hükümdar olmuştur. Ancak, devletin namusu ve saltanatın şanına yakışır şekilde korunması gereken vezirler ve yakın çevresi, bu konuda başarılı olamamıştır.

Başlangıçta, Şemseddin Bey, Kamereddin Bey ve diğer bazı beyler, devlet işlerinden bihaber, dikkatsiz, düşüncesiz ve sorumsuz kişiler tarafından çevrelenmişlerdi. Daha sonraları ise, zekâ ve feraset bakımından İyâs’a (ünlü bir kadı) ve deha ile kurnazlık bakımından Ebu Nüvâs’a (ünlü bir edebiyatçı ve mizah ustası) benzer yetenekli kişiler padişahın hizmetine girmiştir. Ancak, bu kişilerin çoğu, Kur’an’daki “Altın ve gümüşü biriktirip saklayanlar” ayetinde bahsedildiği gibi, servet biriktirmeye ve şahsi zevklerine düşkün olmaya yönelmişlerdi.

Bu kişiler, gece gündüz kazançlarını artırma, lüks içinde yaşama ve eğlence peşinde koşmaya odaklanmışlardı. Dış sarayın (Bîrûn) ileri gelenleri de onlara bağımlı hale gelmişti ve devlet meseleleri, bu kişilerin şahsi çıkarları doğrultusunda yönetiliyordu.

Sonuç olarak, padişahın vekili olan ve sadrazamlık mührünü taşıyan devlet adamları, bu iki grup arasında sıkışıp kalmış, etkisizleşmiş ve ihtişam içinde olması gereken devlet yönetimi zayıflamıştır.


Prof. Dr. Ziya Yılmazer Tarafından Hazırlanmış "Âsım Tarihi" (inceleme-Metin)'ne Türkiye Yazma Eserler Kurumu'ndan Ulaşmak ve Okumak İçin:

Asım Tarihi


Kaynaklar:

Kaçalin, M.S. (2006). Mütercim Âsım Efendi, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/mutercim-asim-efendi (01.11.2024).

Mütercim Asım Efendi, (1804-1809). Âsım Efendi Tarihi (Cilt 1-2), Ziya Yılmazer (Haz.). Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yay., İstanbul: 2005.